Çocuğun Yaşam Hakkı Çerçevesinde Dinî Ve Ahlakî Açıdan Kürtaj
Cemal AĞIRMAN*
Özet:
Normal şartlarda kendi haline bırakıldığında aşılanmış bir yumurta insan olmaya aday bir canlıdır. Bu canlının yaşama hakkı vardır. Ana-baba da olsa, onu hiç kimsenin öldürmeye hakkı yoktur. Hayat veren ve yaşatan bizzat Yaratan’ın kendisidir. Hayata son verme hakkı da O’na aittir. Onun için Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de: “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı canı öldürmeyiniz…” [İsrâ,17/33] buyurmaktadır.
Ne dinî nasslar/metinler ne de herhangi bir ahlakî öğreti, özellikle vahiyden beslenen ahlakî öğretiler, keyfi sebeplerle ceninin öldürülmesine cevaz vermemektedir.
Bazı İslam âlimlerinin 120 güne kadar kürtaj yapılabileceği yönündeki içtihatları doğru değildir. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, din, hamile olmamak için korunmaya/ön tedbir almaya da cevaz vermektedir.
Bu tebliğde, herhangi bir müdahale ile ceninin yaşamına son verilmesinin bir cinayet olacağı gerçeğinden hareketle dinî ve ahlakî açıdan kürtaj meselesi ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Din, Ahlak, Kürtaj, Cenin, Ölüm
***
In the normal conditions, fetus is a living-being that will be a human being when it was left to itself. And this living-being has a right to live. Its mother or its father or anyone else has no right to kill it. Only the Creator himself gives the life and has right to put an end to a life. Because of that Allah says in the Qur’an: “Don’t kill a soul which Allah has forbidden to kill except cause for a just”. [Isra, 17/33]
Neither a religious text nor an ethical doctrine and especially ethical doctrines which are nurtured by revelation do not give a permission to kill to fetus because of arbitrary reasons.
The opinion of some scholars of Islam who are saying that a fetus can be abort until 120 days is wrong. But at the same time it should be noted that Islam gives permission to take precaution to obstruct the pregnancy.
In this article, it has been discussed that without any justification to put an end of a fetus is a crime and what the religious and ethical doctrines say about the issue of abortion.
Key Words: Religion, Ethic, Curettage, Fetus, Death
***
Giriş
Bu tebliğde, ana rahminde aşılanmış/döllenmiş bir yumurtanın bir canlı olduğu, kendi hâline bırakıldığında normal şartlarda bir insan olarak dünyaya geleceği, dolayısıyla herhangi bir müdahale ile yaşamına son verilmesinin bir cinayet olacağı gerçeğinden hareketle dinî ve ahlakî açıdan kürtaj meselesi ele alınmıştır.
Doğru şekli ‘curettage/küretaj’ olup dilimize ‘kürtaj’ olarak geçen ve sözlükte ‘kazımak’ anlamına gelip bu anlamıyla tıbbın birçok alanında kullanılan kürtaj sözcüğü, yaygın kullanımıyla ‘istenmeyen ya da zorunlu durumlarda gebeliğin sonlandırılması’, diğer bir ifade ile ‘hamilelik süreci tamamlanmadan ceninin anne rahminden ayrılması’ anlamına gelmektedir.
Ceninin ana rahminden ayrılması, değişik şekillerde meydana gelebilir. Bunlar, annenin özel bir ilaç alması, ağır fiziksel bir harekette bulunması, ağır yük kaldırması, özel bir elektrik yükünün rahme iletilmesi veya doktor tarafından yapılan tıbbî bir operasyon yoluyla olabildiği gibi, dışardan tekme atılması, bir cisimle vurulması gibi şiddetli bir darbe sonucu da olabilir. Bununla beraber, annenin veya dışarıdan herhangi birinin etkisi olmaksızın kendiliğinden de olabilir.
Hayati bir durum söz konusu olmadan bir gebeliğin sonlandırılmasına İslam’ın yaklaşımı olumsuzdur. Bu yaklaşımı biri riskleri, diğeri de insana verilen değer açısından ele almak mümkündür.
Riskleri Açısından İslâm’ın Kürtaja Olan Olumsuz Bakışı:
Kürtajın anestezi ve işleme bağlı birtakım risklerinin olduğu bilinmektedir. Gebe bir rahim, gebe olmayan bir rahme göre çok daha yumuşaktır. Bu nedenle işlem esnasında yapılan dikkatsiz ve sert bir hareket rahmin delinmesine neden olabilir. Bu durumda hastada hayati tehlike yaratacak boyutlara varabilecek riskler doğar.
Kürtajın tüm riskleri gebelik haftası büyüdükçe artar. Kürtaj için yasal sınır 10. haftadır. 10 haftadan büyük gebelikleri sonlandırmak illegal olduğu için genelde hastane şartlarında değil, izbe muayenehanelerde uygulanmaktadır. Bu durum zaten artmış olan risklerin daha da katlanmasına sebep olur. Büyük gebelikler sonlandırılırken hayatını kaybeden pek çok genç kadının haberleri medyada sıkça yer aldığı herkesin malumudur.
Din, riskli olan hiçbir şeye keyfi yönelişlerle asla izin vermez. Kur’ân, “…kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve işlerinizi iyi yapın. Şüphesiz Allah iyi iş yapanları sever.” [Bakara, 2/195] âyetinde bunu açıkça ifade etmektedir.
Operasyonel riskleri açısından tıbben uygun görülen kürtajlarda ceninin 5-6 haftalık olması uygun görülmektedir. Fakat hayatî tehlike gibi sağlık sorunu olmaksızın, büyük addedilen gebelikleri sonlandırmak bir yana, beş haftalık bir cenini öldürme operasyonuna karar vermek bile tam bir cinayettir.
İnsana Verilen Değer Açısından İslâm’ın Kürtaja Olan Olumsuz Bakışı:
İnsan Allah’ın yarattığı en mükemmel varlıktır. Allah, yaratıkları içerisinde en yüksek payeyi de ona vermiş, bütün dünyayı, yeri-göğü emrine ve hizmetine sunmuş, onu kendi adına iş yapan, yeryüzünü imar eden halife yapmıştır[1]. Fizikî ve ruhî yapısıyla akıllara hayranlık uyandıracak bir yapıda yaratmış; akleden, yaptığını sorgulayabilen bir yetenek vermiş, daha da önemlisi onu kendisine muhatap kabul etmiştir.
Bu denli değer verdiği bir varlığa can veren/hayat veren kendisi olduğu gibi o canı alma hakkını da kendisine ayırmış, hiç kimseye başka birini haksız yere öldürme hakkı vermemiştir. Savaşı dahi kendilerini öldürmeye, inançlarını yok edip yurtlarından koparmaya gelenlere karşı meşru kılmıştır.[2]
Şayet insanoğlu bir yanlış yapar ve haksız yere hemcinsini öldürmeye kalkarsa onu en ağır şekilde cezalandıracağını ifade etmektedir. Haksız yere başkasını öldürmekle ilgili birkaç âyetin mealini dikkatlerinize sunmak istiyorum:
“Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın…” [İsrâ, 17/33]
“Bir müminin diğer bir mümini yanlışlık dışında öldürmesi asla câiz değildir…” [Nisâ, 4/92]
“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” [Nisâ, 4/93]
“Kim, … (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur…” [Mâide, 5/32]
İnsan Hayatı Dokunulmazdır:
“…Allah’ın haram/dokunulmaz kıldığı cana haksız yere kıymayın!..” [En’âm, 6/151], [İsrâ 33] ilâhî buyruğuyla insanın yaşamı koruma altına alınmıştır.
Burada ‘insanı öldürme yasağı’ ifade edilirken ‘nefs’ kelimesinin kullanılması son derece önemli ve dikkat çekicidir. Zira ‘nefs’, ‘can’ demektir ve öldürme yasağında, sadece canlılık esas alınmıştır. Bu ‘can’, dünyaya gelen yetişkin insanı ifade ettiği gibi, insan olmaya aday aşılanmış yumurtayı da ifade eder. Nitekim aşılanmış bir yumurta normal şartlarda kendi haline bırakıldığında, insan olmaya aday ve aşılandığı andan itibaren yaşam hakkına sahip bir canlıdır. Artık o, bu andan itibaren anne ve baba adayına bir emanettir; onlar da bundan böyle üzerlerine düşeni yapmakla sorumludurlar. Her türlü ihmal ve kasıt uhrevî cezayı gerektirdiği gibi duruma göre dünyevî cezayı da gerektirebilir.
Hücre olarak ele alındığında aslında yumurta ve sperm de birer canlıdır, fakat aşılanmadıkları sürece tek başlarına insan olma imkân ve ihtimaline sahip değildirler.
Hiçbir anne veya baba çocuğunu öldürme hakkına sahip değildir. Sahibi olmak, onlara çocuklarını öldürme hakkı vermez. Yüce Allah, “Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını öldürenler… mahvolmuşlardır; onlar sapıtmışlardır, zaten doğru yolda da değillerdi.” [En’âm, 6/140] “Diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda… insanoğlu önceden ne hazırladığını görecektir.” [Tekvir, 81/8-9, 14] buyurarak hangi aşamada olursa olsun çocuklarını öldürenleri beyinsizlikle itham etmekte, sapıttıklarını ve işledikleri bu suça karşılık mahvolacaklarını ifade etmektedir.
Buna mukabil Allah Teâlâ, annenin, çocuğunu dünyaya getirmek için çektiği zahmet ve sıkıntılarının mükâfatını dünya ve ahirette fazlasıyla alacağını da belirtmektedir: “Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını emrettik. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. ‘(İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret’ diye emrettik. Dönüş ancak banadır.” [Lokman, 31/14]
“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «öf!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle!” [İsrâ, 17/23] âyetleri, çekilen zahmetlerin karşılıksız kalmayacağını belirtmektedir.
Çünkü zamanı geldiğinde çocuk, anne ve babanın çektiği zahmetlerin bir nevi karşılığı olarak onlara iyi davranacak, onlara sahip çıkacak, bir evlat olarak üzerine düşeni yapacaktır.
Yukarıdaki âyetlerde emredilen sorumlulukların yerine getirilmesi halinde meydana gelecek güzel dünyevî yansımaların yanı sıra, evladın yaptığı her hayırlı işten anne babaya uhrevî mükâfat verileceği de Hz. Peygamber’in sözlerinde açıkça ifade edilmektedir.[3]
Bununla beraber çocuk sevgisi insanoğlu için erişilmez bir mutluluktur, onun verdiği manevî hazzı başka hiçbir şey verememektedir; dolayısıyla çocuk sevgisi de dünyevî bir mükâfattır.
Bütün bunlar insan olmaya aday bir ceninin yaşam hakkını tanımaya ve korumaya yeterli sebeplerdir.
Doğum Kontrolü Câizdir:
Çocuk sayısını sınırlandırmak kişisel bir haktır. Buna dinin yaklaşımı da olumsuz değildir. Ancak bunu yapmak isteyenler, cenini öldürerek değil, aşılanmayı engellemek suretiyle yapabileceklerdir. Diğer bir ifade ile doğum kontrolü aşılanma vuku bulduktan sonra kürtaj yoluyla değil, ancak ve ancak yumurta ile spermin bir araya gelmesini engellemek suretiyle olacaktır. Dolayısıyla gebeliği engelleyici ön tedbirler câizdir. Zira böylesi bir uygulamaya vahyin ve onun tebliğcisi Hz. Peygamber’in izin verdiğini görmekteyiz. Kutlu Elçinin yakın arkadaşları, onun döneminde hamileliği engellemek için azil yaptıkları halde bunu yasaklamadığını haber vermektedirler.
Câbir b. Abdullah (r.a.) “Biz Rasûlullah (s.a.v.) zamanında ve Kur’ân inmekte iken azil yapardık.”[4] demektedir.
Diğer bir nakilde; “Biz Rasûlullah (s.a.v.) zamanında azil yapardık. O, bunu bildiği hâlde bize bunu yasaklamadı.”[5] denilmektedir.
Ancak İslâmiyet azil yoluyla yapılan nüfus planlamasının, insan neslini sonlandıracak, yok edecek şekilde toplumsal bir harekete dönüşmesini de kabul etmemektedir.
Yoksulluk Ve Benzeri Hususlar Kürtaja Mazeret Olamaz:
Ana rahmindeki çocuğu yoksulluk, güzelliğin bozulması, yaşlanma, hamilelik sıkıntısı, doğum korkusu, okutamama, iyi bir gelecek hazırlayamama, güzel ahlâk verememe gibi endişelerle öldürmek, haksız yere cana kıymaktır; böyle bir girişimde bulunmak cinayettir. Aynı zamanda anne-babanın evlât hakkını tanımaması demektir.
Kur’ân’ın “…Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz; sizin de onların da rızkını veren Biziz!..” [En’âm, 6/151] “Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak Allah’a aittir…” [Hûd, 11/6] âyetleri, fakirliğin, iyi bakamama veya besleyememe korkusunun, çocuk düşürmek için özür olamayacağını belirtmektedir. Çünkü rızkı veren Allah’tır. İnsana düşen o rızkın peşine düşmek, onu arayıp bulmaktır. Aslında çocuk sahibi olmak ekonominin canlanması açısından büyük bir önem taşır. Çünkü çocuk sahibi olmak, kişiyi arayışa, yaratıcılığa, üretkenliğe, üretime, çalışmaya sevk eden muharrik bir güçtür.
Ayrıca çocuk aile huzuru için vazgeçilmez bir unsurdur. O Allah’ın bir nimetidir. Anne ve baba, çocuk sahibi olmakla duyduğu huzuru, mutluluğu başka hiçbir şeyle yakalayamamaktadır. Hayata bir başka sarıldıkları, ona aktardıkları fıtrî sevgi ile birçok zorluğa rahatça göğüs gerdikleri bilinen bir gerçektir. Çocuksuz aileler ise, tam tersi hayata ümitle bakamamaktadırlar. Bütün bu dinamikleri dikkate almadan hamilelik ve doğum sıkıntılarına benzer hususların kürtaja bir gerekçe olarak sunulması, bir algı eksikliğinden kaynaklandığı açıktır. Bu kabil teşebbüsler, insanın değerini ve anneliğin kutsallığını idrak edememekten ileri gelir.
Fıkhî Açıdan Kürtaj:
Bazı âlimler, meşru bir özür varsa, örneğin, annenin veya süt emen diğer çocuğun ölümüne sebep olacak kesin bir durum söz konusu ise, uzuvları teşekkül etmeden çocuk aldırmanın câiz olduğunu söylemişlerdir.[6] Bunun gerekçesi, dünyaya gelmiş bir çocuğun veya sorumlulukları olan yetişkin bir birey konumundaki annenin daha henüz dünyaya gelmemiş bir çocuğa feda edilemeyeceğidir.
Kürtaj, olgusal olarak cenine ruh verildikten önce veya sonra olabilir. Eğer kürtaj cenine ruh verildikten sonra yapılırsa, tüm fakihlerin ittifakıyla kesin olarak haramdır. İster annenin veya babanın etkisiyle veya doktor müdahalesiyle olsun, isterse dışarıdan birisinin saldırısı veya darbesiyle olsun fark etmez. Çünkü bu, din tarafından korunan ve dokunulmaz olarak ilan edilen hayata yani cana yapılmış bir saldırıdır. Dolayısıyla bu bir cinayettir ve diyet ödemeyi gerektirir.[7]
“İnsan, anne karnında nutfe [sperma] olarak 40, alaka [embriyo] olarak 40, et parçası olarak da 40 gün kalır. Bundan sonra ruh verilir”[8] hadisini esas alan bazı âlimler, 1 aydan 4 aya (120 gün) kadar, kimileri bir özürden dolayı, kimileri de herhangi bir sebebe bağlı olmaksızın kürtaj yapılabileceğini söylemişlerdir.[9] Bu görüşün sahipleri buradaki ruh verilmeyi canlanma olarak kabul ettikleri için büyük bir yanılgıya düşmüşlerdir. Hâlbuki cenin daha ilk aşılanma anından itibaren canlıdır. Ayrıca ruh verilmesinden öncesi ve sonrası gibi bir ayırımdan hareketle ‘ceninin ruh verilmesi öncesinde öldürülebileceği’ hükmüne varmak da son derece isabetsizdir. Hadisteki ifadelerden böyle bir sonucun çıkmasının imkânı yoktur. Dolayısıyla bu görüşün dînî ve ahlâkî bir dayanağı olmadığı gibi, aklî ve bilimsel bir izahı da yoktur. Nitekim döllenme gerçekleştikten sonra, bir özür olmaksızın kürtaj yapmanın câiz olmadığını söyleyen âlimler de mevcuttur.[10]
Malikîlere göre, döllenme olduktan sonra, kırk günden önce de olsa cenini aldırmak ya da düşürmek câiz değildir.[11] Şâfiîler ve özellikle Gazâlî de aynı görüştedir.[12]
Yaşam Hakkının Dokunulmazlığı Açısından Bakıldığında Yasalar Kürtaja İzin Verebilir Mi?
Ülkemizde gebeliğin sonlandırılması amacı ile yapılan kürtajlar yasa ile tanımlanmış ve sınırlandırılmıştır. Buna göre 18 yaşından büyük ve evli olan kadınlar hem kendi hem de eşlerinin rızâsı ile kürtaj olabilirler. Evli olmayan kadınlarda eş rızâsı aranmaz. 18 yaşından küçük kişiler ise ancak veli veya vâsilerinin onayı ile kürtaj olabilirler.
Günümüzde çocuk aldırmayı kimileri “reşit kadınlarımıza tanınmış yasal ve çağdaş bir hak” olarak görürler. Ülkemizde mevcut yasalar 10. haftaya kadar sebepsiz, 10. haftadan sonra tıbbî bir gerekçe ile çocuk aldırmaya izin vermektedir.[13]
İslâm Dîni böyle bir hakkı cana saldırı olarak kabul etmektedir. Anne rahminde aşılandığı andan itibaren insan olmaya aday olan bir canı, keyfi olarak öldürmenin kanunu olmaz. Buna izin veren bir yasa hukukî değildir. Meşru olmayan, haksız ve keyfi bir öldürme de zaten hukukî olamaz. Böyle bir hak iddiasında bulunmak ilâhî iradeye müdahale olarak kabul edilmektedir.
Unutmamak gerekir ki yaşam hakkı insana Allah tarafından verilen bir haktır. İnsan canlılık vasfı kazandığı andan itibaren bu hakka sahip olur. Dolayısıyla ölümle sonuçlanacak ciddi bir sağlık sorunu dışında gerekçesi ne olursa olsun aşılanmış bir yumurtanın yaşamına son vermek asla câiz değildir.
Sonuç:
Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür: Ana rahmindeki cenin aşılandığı andan itibaren insan olmaya aday bir canlıdır. Hayatî bir durum söz konusu olmaksızın onu öldürmek yetişkin bir insanı öldürmekle eş değerdir. Bir evladınızın dokuz aylık bir uykuya daldığını ya da dokuz ayın sonunda ancak kavuşabileceğiniz uzak bir yerde bir bakıcıya emanet edildiğini düşünün, ona sadece dokuz ay sonra kavuşacak olmanız, onu bir evlât olarak bağrınıza basmanıza bir engel teşkil eder mi? Veya ona dokuz ay sonra ulaşmanız onu öldürmek için bir gerekçe olabilir mi? Kürtajın vahametini anlayabilmek için, aşılanmış bir yumurtayı, dokuz ay sonra karşınıza çıkıp size gülümseyecek bir evlâdınız olarak düşünmeniz kâfidir!
Çocuk sayısını sınırlandırmak için kürtaja teşebbüs edenler nasıl bir cinayet işlediklerini ve Tanrı’nın huzuruna bir câni olarak çıkacaklarını, Tanrı’nın da onlara o masum çocuğu hangi suçtan dolayı öldürdüklerini soracağını bilmelidirler.
İslâm âlimleri, geçmişte, hamileliğin 120. gününden önce mazeretsiz bir şekilde kürtaj yapılabileceği yönünde verdikleri hükümde yanılmışlardır. Mevcut nasslar böyle bir hüküm vermeye müsait değildir. Bunun en güçlü delili de aşılanma öncesi tedbir alınabileceğine müsaade edilmesidir.
Yaşam hakkı insan olma yolunda canlılık vasfı kazanıldığı andan itibaren başlar. Bu hakkı veren ve insanın canını dokunulmaz kılan, koruma altına alan Allah’tır. Onun için adam öldürmeyi en büyük günahlar arasında saymıştır.
Hiçbir otorite canı öldürme yasağını ihlâl edemez. Can alma cana denk bir mazeret olmadıkça meşru kabul edilemez. Basit bir empati ile söylemek gerekirse bizlere de kürtaj uygulanmış olsaydı bugün hayatta olmayacaktık. Hepiniz çok değerlisiniz ve bu topluma belki de hayatî yararlar sağlamaktasınız. Keyfi bir kararla ve basit sebeplerle hiç kimse bunları heba edemez. Saygılarımla…
***
Not: Bu yazı, 25-27 Şubat 2011 tarihlerinde düzenlenen 1. Türkiye Çocuk Hakları Kongresi’nde sunulan tebliğin metnidir.
Kaynakça:
-Kur’an-ı Kerim
-Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5. bs., Beyrut 1405/1985.
-Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâil el-Buhârî, el-Câmiü’s-Sahîh, İstanbul ts.
-Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî, İhyâu ‘ulûmi’d-dîn, Dımaşk ts.
-Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî, Sünenü İbn Mâce, (th. Muhammed Fuad Abdülbâkî), Beyrut ts.
-Ebû Abdirrhman Ahmed b. Şu‘ayb en-Neseî, Sünenü’n-Neseî, Beyrut ts.
-Ebu’l-Hüseyn Müslim İbnü’l-Haccac el-Kuşeyrî: Sahîhu Müslim (el-Câmi’u’s-sahîh), (nşr. -Muhammed Fuad Abdülbâkî), İstanbul ts. ofset.
-Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. ‘Alîş, Fethu’l-‘Aliyy’il-Mâlik fi’l-Fetavâ ‘alâ Mezhebi’l-İmâm Mâlik, 1217-1299 H, (samile v3.8)
-İbn Nuceym, el-Bahru’r-râık, II, 356 (samile v3.8)
-el-Fetava’l-Hindiyye, V, 356 (samile v3.8)
-Burhanuddin İbn Mâza, el-Muhîtu’l-Burhânî, (samile v3.8)
-İbn Abidîn, Haşiye İbn Abidîn, (samile v3.8)
-İbnu’l-Humâm, Fethu’l-Kadîr, (samile v3.8)
-Ebû Abdillah Muhammed b. Yusuf el-Abderî, et-Tâc ve’l-İklîl, (samile v3.8)
–http://www.mumcu.com/html/article.php?sid=85
***
1. 04. 2011
Prof. Dr. Cemal AĞIRMAN
Cumhuriyet Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
SİVAS
e-mail: cemalagirman@hotmail.com
e-mail: agirman@cumhuriyet.edu.tr
***