RSS

Aylık arşivler: Ocak 2009

Yirminci Hadis/Mazlumun Bedduası!

20. Yirminci Hadis

 

عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعَثَ مُعَاذًا إِلَى الْيَمَنِ فَقَالَ:

“اتَّقِ دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ فَإِنَّهَا لَيْسَ بَيْنَهَا وَبَيْنَ اللَّهِ حِجَابٌ”

İbn Abbas’tan nakledildiğine göre Peygamber (sav) Muaz’ı Yemen’e vali olarak gönderdiğinde ona şöyle dedi: “Mazlumun bedduasından kork. Çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında hiçbir engel yoktur.”

[Buhârî, Zekâk 63, Cihâd 180, Mezâlim 30,35; Meğâzî 60]

 

Mazlumun Bedduası!

“Mazlum” ve “beddua” hadisin anahtar terimleridir. İyi bir şeyi talep etmek dua, kötü bir şeyi talep etmek bedduadır. Her ikisi de talep/istek olmakla beraber keyfiyetleri,  nitelik ve kategorileri farklıdır. Bir talebin dua ya da beddua vasfı kazanabilmesi için bu talebin küçükten büyüğe, zayıftan güçlüye, aşağıdan yukarıya[1] doğru cereyan etmesi gerekir. Diğer bir ifade ile talebin zayıf, güçsüz ve çaresiz olan kuldan, her şeye kadir olan Allah’a yönelik vaki olması gerekir. Talep ve ihtiyaçların Allah’a arzı anlamına gelen dua, aynı zamanda bir ibadet, bir kulluk ifasıdır.

Gerçek manada duanın amacı ihtiyacı Allah’a bildirmek, ilân etmek değil, O’na olan kulluğu izhar etmek, acziyet ve zayıflığı arz etmek suretiyle O Yüce makama yapılan bir müracaattır[2]. Nitekim Hz. Peygamber, duanın, bir hadîs-i şerifte ibadet[3], diğer bir hadis-i şerifte de, ibadetin/kulluğun özü[4] olduğunu ifade buyurmuştur. Dolayısıyla dua, aynı zamanda faziletli bir ibadettir[5].

Dua esnasında kul ile rabbi arasında hiçbir vasıta yoktur. Bu sebeple dua eden kimsenin gönlü sadece Allah ile meşgul olması gerekir. Dua edenin gönlü Allah’ın dışında herhangi bir şeyle meşgul olması durumunda, bu meşguliyet devam ettiği sürece o kişi gerçekte dua etmemektedir[6].

İnsanlar genellikle iyilik gördükleri insanlara dua ederler, Allah tarafından mükâfatlandırılmalarını isterler. Görülen bir iyilik sonucu gönüllerde hissedilen sevinç ve heyecan kişiyi hep hayır duaya yönlendirir. Bir iyilik karşısında sözlü olarak bir şey söylenmese bile, yaşanan veya beden dili ile yansıtılan memnuniyet hâli, bir nevi duadır ve her iyilik mutlaka karşılığını bulur.

İyilikler olduğu gibi kötülük ve haksızlıklar da karşılıksız kalmıyor. Dünyada veya ahirette er ya da geç mutlaka karşılığını bulacaktır.

İnsanlar, canları yandığında; haksızlığa, zulme ya da bir mağduriyete uğradıklarında karşı taraftan haklarını almak isterler. Zayi olan haklarını bizatihi alamayınca onu alabilecekleri bir makam, bir merci ararlar. Bazen hakkını alacak bir merci bulamayınca, bazen de suç ile ceza arasında dengesizlik olup verilen ceza mağduru tatmin etmeyince, işi Allah’a havale ediyor. Acziyetin de vermiş olduğu ezilmişlik duygusu ile Allah’a sığınır ve zalimin ilâhî makam tarafından cezalandırılmasını ister.

Beddua, hayır dua gibi bir talep olduğu için, Allah’a yönelik yapılan taleplerin kabulü, ister hayır olsun ister şer olsun, o an ki ruh hâline bağlıdır. İzutsu bu ruh hâlini “kişinin kendisini Allah’a duyurabilmesi” olarak ifade eder. Allah her an ve her yerde kulunu her hal ü kârda duyar ve işitir elbette. Fakat kabule, isticabeye mazhar olacak istek ve serzenişlerin ruh halleri farklıdır. Tabir caiz ise talep ile isticabenin örtüşmesi, aynı frekans alanına girmesi gerekiyor. İzutsu’nun dediği ‘duyurabilmekten’ maksat budur. Bazen öyle içten, öyle bir ruh hâli ile Allah denir ki böyle bir serzeniş karşılıksız kalmıyor. İçten gelen talepler ister müspet ister menfi olsun kabul görür. Bazen anında karşılık bulur. Bazen de zamanla kabul görür. Bazı talepler ya yakarış anındaki ruh hâli veya isteyenin yararına olduğu için, zamanla karşılık bulur.

Dualar, gönül coşkusu ve Allah’a kul olmanın mutluluğu bütün hücrelerde hissedilerek yapıldığında anında karşılık bulabiliyor.

Mağduriyet anları kişinin en zayıf ve Allah’a en samimi duygularla sığındığı anlardır. Böyle durumlarda Allah anılırken duyulan heyecan, O’na atfedilen güç ve beklentilerin harekete geçirdiği hisler dorukta olduğu anlardır. Mazlum ve mağdurun bedduası ile Allah arasında hiçbir manevi perde ve engel yoktur derken, Hz. Peygamber bu ince noktaya temas etmektedir. “Mazlumun bedduasından korkunuz!”un anlamı budur. O an mazlumun en zayıf anıdır. Zayıflığını hissedişinin zirvesindedir, Allah’a sığınma gereği ve hissinin de zirvesindedir. Kul bu denli yoğun duyguları nadir anlarda yaşadığı için isticabe ile talep örtüşür ve anında karşılık bulur.

Onun için mazlumun âhı ve bedduasından korkmak gerekir. Yoksa kendini Allah’a arz edip bu manada bir istekte, şikâyette bulunulduğunda hakkında beddua istenen kişinin akıbeti iyi olmaz.

Burada mazlumlara dokunmama, zayıflara zulmetmeme, onları koruma da söz konusudur. Hiç kimsenin zayıf insanları yalnız hissedip onları ezmeye, haklarını ellerinden almaya, zulmetmeye kalkışmaması gerekir.

İnsanoğlu eline geçirdiği gücü başkalarını ezmek ya da zulmetmek için kullanmamalıdır. Zulüm hakkın yerine tevdi edilmemesidir. Böyle olunca her insan her an zulüm işlemekle baş başa kalabilir. Örneğin baba olmak ve babalık makamı aslında manevi bir güç, bir otoritedir. Evlatlar için söz konusu olan bu makam ve otorite evlatlar arasında adaleti sağlamak için kullanılmalıdır. Baba bu otoriteyi çocuklarını ezmek, haklarını zayi etmek, aralarında adaleti sağlamamak, birini kayırıp diğerini dışlamak, ezmek şeklinde kullanırsa zulmetmiş olur. Annelik de evlatlar üzerinde bir güç, bir otoritedir. Evlatları üzerinde söz söyleme, onlara emretme, yönetme, haklarında karar verme, eğitme hak ve yetkisine sahiptir. Bu yetkilerini yerli yerince kullanmadı mı zulmetmiş olur.

Genelde anne-babaların duası veya bedduasından bahsedilir de çocukların anne-babalarına yönelik dua veya bedduasından bahsedilmez. Anne ve babaların çocuklarına yönelik dualarının müstecab olduğu hadislerde sıkça bahsedilen bir konudur. Ancak unutulmamalıdır ki çocukların da anne-babaları üzerinde hakları vardır. Bu hakların zayi edilmesi, yerine getirilmemesi bir sorumluluk ihlâlidir. Zulüm kapsamına girer. Zulüm kimden gelirse gelsin karşılıksız kalmaz. Anne babalar çocuklarına zulmeder ve çocuklar da döner anne-babalarına beddua ederlerse bu da karşılıksız kalmaz. 

Her sorumluluk bir güçtür. Öğretmenlik bir güç, bir makam, bir sorumluluktur. Bu görevi hakkıyla ifa etmemek, öğrencilerin hakkını zayi etmek, cahil bırakarak birtakım zarar ve kayıplara sebep olmak zulümdür.

Herhangi bir memurluk, bir devlet otoritesi bir makam ve bu makamın tevlit ettiği etkinlik bir güçtür, ammeyi ilgilendiren bir sorumluluktur. Bu görevin hakkını vermemek, vatandaşın işini görmemek, savsaklamak, böylece birtakım haksızlıklara, kayıplara vesile olmak bir zulümdür. Bütün bu zulümler sonucunda zulme, hak kaybına, mağduriyete uğrayan bir kimsenin yapacağı beddua karşılık bulur. Aslında Hz. Peygamber malumun bedduasından korkunuz derken, dolaylı olarak ‘sakın zulmedip de mazlumların bedduasına maruz kalmayın’ uyarısında bulunmaktadır.

İnsanın, eldeki gücün, makam ve imkânların birer imtihan vesilesi olduğunu hiçbir zaman unutmaması gerekir.

İslam insanı insan yapma, kendisine doğuştan verilen kabiliyetleri insanca kullanma eğitimi veren bir dindir. Allah her zaman mazlumun yanındadır ve O’nun (c.c.) gücü üzerinde hiçbir güç yoktur. İnsan hareket ederken bu gerçekleri göz önünde bulundurarak hareket etmelidir. Basit menfaatler uğruna dünya ve ahiretini mahvetmemesi gerekir.

Siz siz olun, sakın kimseye zulmetmeyin! Kalın sağlıcakla!…

***

10. 01. 2009

Prof. Dr. Cemal AĞIRMAN

e-mail: cemalagirman@hotmail.com

 

***

 

 


[1] Bk. Elmalılı, Hak Dini, I, 662.

[2] Elmalılı, age., I, 665

[3] Tirmizî, Tefsîr, Sûre (2) 16, 40; İbn Mâce, Dua 1; Ahmed b. Hanbel, IV, 268, 271, 276.

[4] Tirmizî, Duâ 2.

[5] Elmalılı, age., I, 666.

[6] Bk. Elmalılı, age., I, 666.

 
Yorum yapın

Yazan: Ocak 10, 2009 in • Hadis Yorumları