RSS

Aylık arşivler: Şubat 2008

Ondördüncü Hadis/Helâl Kazanç Ve Sadaka

Ondördüncü Hadis

‏‏ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : “مَنْ تَصَدَّقَ بِعَدْلِ تَمْرَةٍ مِنْ كَسْبٍ طَيِّبٍ وَلَا يَقْبَلُ اللَّهُ إِلَّا الطَّيِّبَ وَإِنَّ اللَّهَ يَتَقَبَّلُهَا بِيَمِينِهِ ثُمَّ يُرَبِّيهَا لِصَاحِبِهِ كَمَا يُرَبِّي أَحَدُكُمْ فَلُوَّهُ حَتَّى تَكُونَ مِثْلَ الْجَبَلِ ‏”‏‏.‏

“Kim helâl kazancından bir hurma tanesi kadar bir şey sadaka verirse Allah Teala onu güzellikle kabul eder –ki Yüce Allah zaten sadece helâl kazançtan verilen sadakayı kabul eder.- Sonra, sizden biriniz kendi çocuğunu besleyip büyüttüğü gibi, Yüce Allah da bu sadakayı, sahibi için bir dağ oluncaya kadar büyütür.”  [Buhârî, Tevhîd 23, Zekât 8]

Helâl Kazanç Ve Sadaka

Hadisin anahtar kavramları, “sadaka” ve “helâl kazanç” sözcükleridir.

Sadaka, genel manada Yüce Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla ihtiyaç sahiplerine yapılan her hayrı ifade eden bir kavramdır. (İbn Manzûr, X, 196) Kur’an-ı Kerim’de de sadaka sözcüğü her çeşit hayrı kapsayacak şekilde kullanılmıştır (Râğıb, 410-411; Abdulbâkî, 1982: 406); dolayısıyla isteğe bağlı olarak yapılan malî yardımları olduğu kadar, verilmesi farz olan zekâtı da kapsar. Çünkü Kur’an (K.9:103) ve Sünnet’te (Buhârî, Zekât 1) zekât yerine sadaka sözcüğü de kullanılmıştır. Ancak belli bir dönemden sonra sadaka kelimesinin tamamen gönüllü olarak yapılan hayırlar için kullanılmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Bizim örfümüzde de artık sadaka denince zekât değil gönüllü olarak verilen mali yardımlar akla gelmektedir. Zekât dışı sadaka gönüllü olarak verilirken, zekâtın verilmesinde dinî mecburiyet vardır. Zekâtın oranı ve muafiyeti/nisabı bellidir; hâlbuki diğer sadakaların miktarı tamamen sadakayı veren kişinin arzusuna bağlıdır. Teberru, Allah’ın rızası kastedilerek yapılıyorsa, sadaka vasfını alır.

Hadislere göre gönüllülük esasına dayanan sadakaya Müslüman din kardeşine güler yüz göstermek, ihtiyaç halinde elinden tutup her türlü yardımına koşmak, yumuşak ve gönül alıcı sözler söylemek, hatta olumlu manada yapacak hiçbir imkân ve güce sahip değilse, en azından ona kötülük yapmaktan uzak durmak gibi her türlü müspet eylemler dâhildir. İslam’ın bu yaklaşımı, müntesiplerinin her hâl ü karda hayra, iyiye ve güzele yönelmesini, düşünce dünyasını hep iyi ve güzel şeylerle meşgul etmesini, şuur altında olumsuzluk ifade eden hiçbir kavram ve düşünceye yer vermemesini istemektedir.

Hz. Peygamber hadiste yer alan veciz sözüyle, helâl kazançtan verilen küçük sadakalara Yüce Allah’ın ne kadar büyük sevaplar takdir ettiğini, özenle beslenip büyütülen çocuklara benzetmekte, Yüce Allah’ın hurma büyüklüğünde verilen bir sadakayı, sahibi adına, bir dağ gibi büyüttüğünü ifade etmektedir. Müspet olan küçük bir eyleme bu kadar büyük sevabın takdir edilmesi Yüce Allah’ın Mümin kullarına olan sevgisi ve merhametinin bir eseridir.

Hadiste vurgulanan diğer bir nokta ‘helâl kazanç’tır. İslam dini çalışmaya ve helâl kazanç peşinde koşmaya büyük önem verir. Kendisinin ve bakmakla sorumlu olduğu kimselerin yeme, içme, giyinme, barınma ve diğer her türlü ihtiyaçlarını kazanma peşinde harcadığı her mesaiyi ibadet olarak kabul etmekte, eşinin, çoluk çocuğunun ağzına verdiği her bir lokmayı bir sadaka olarak kabul etmekte, karşılığında büyük mükâfatlar takdir etmektedir. Bu manada İslam, çalışmayı ibadetleştiren bir dindir. İyi niyet ve helal rızık peşinde harcanan her saniye, ibadet halinde geçirilen anlar gibidir.

Hadiste yüce Allah’ın helâl kazançtan başka herhangi bir sadakayı kabul etmeyeceği vurgusu, helal kazanç peşinde koşma arayışı ve çabası içinde olmanın önemini ifade eder. Bu aynı zamanda Müslümanlığı kabul eden herkese yönelik bir şuur altı eğitimi, bir teşvik, bir yönlendirmedir. Buna göre her Müslüman helal kazanç elde edebileceği mesleklere, işlere talip olmalıdır. “Para gelsin de nereden ve nasıl gelirse gelsin!” mantığı ve düşüncesi bir Müslümanın, değil hayal dünyasında, şuur altı dünyasında dahi yer almamalıdır.

Aslında şuurlu bir Müslüman haram kazançtan verilen sadakaların kabul edilmeyişini düşündüğünde, haram kazancın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlar ve ondan Müslümanlığının bir gereği olarak hep uzak durur. İslami kuralların bir de böyle bir eğitici yönü vardır. Çünkü haram kazanç öncelikle hak sahibine aittir. Kimin hakkı gasp edilerek alınmışsa bu mal, öncelikle onundur; haksız olarak onu elde edenin değil.

Günümüzde şans oyunlarından ‘çıkarsa şöyle şöyle hayırlar yapacağım, şu kadarını yoksullara dağıtacağım, şu kadarıyla okul yaptıracağım’ vaatleri, o malı meşrulaştırmaz. Birinden hırsızlık yoluyla aldığı paradan istediği kadar hayır kurumlarına versin, o parayı meşrulaştırmaz, kişinin hanesine sevap yazılmaz.

Aslında haram kazanç bir ateş korudur. Haram yiyenler, midelerine adeta ateş koru indirmektedirler. Çünkü haram mal kıyamette cehenneme girmeye bir vesiledir.

Günümüzde hırsızlık, dolandırılıcılık ve kapkaç olaylarının sıradan olaylarmış gibi algılanır hale gelmesine bakıldığında, toplumdaki eğitim eksikliğini, helal ve haram kavramlarından ne kadar uzak yetiştirildiğini görmek mümkündür.  Hak, hukuk, helâl, haram, ahiret hayatı, Allah’a hesap verme gibi dinî ve ahlâkî kabullerin topluma kazandırılamamış olması/kazandırılmaması, nice masum insanların ya hayatlarından olmalarına veya yaralanmalarına ya da maddî kayıplara uğramalarına neden olmaktadır. Bundan sırf din emrediyor diye uzak durmanın bir anlamı yoktur. Helal, haram, günah, ayıp, yazık gibi kavramlar artık toplumun zihin alanı ve kabulleri dışına itilmiştir. Acaba bu kapkaçı yapan gençler/kimseler, hırsızlık yapan şebekeler, hak mefhumuna, ahiretin varlığına, yapılan her eylemin hesabının Allah’a verileceğine, bundan dolayı uhrevî büyük cezalara çarptırılacağına hakkıyla inansa ve bu kabulleri içselleştirse, adı geçen bu ve buna benzer kötü eylemleri yapar mı dersiniz? Bence hayır! Bu insanlar ne yaptıklarının şuurunda değildirler. Bilseler yapmazlar.

Taiflilerin onu (s.a.v.) taşlamalarına karşılık Hz. Peygamber’in söylediği, “Allah’ım onlar bilmiyorlar. Bilselerdi yapmazlardı.” sözü son derece anlamlıdır.

Dinî veya ahlâkî olsun ne fark eder?! Önemli olan verilen eğitimle toplumu suç işlemekten alı koymak, yararlı birer birey yetiştirmek değil midir? Bunu din veya ahlâk sağlayacaksa toplumu bundan mahrum etmenin pek akıllıca bir şey olmasa gerektir. Bunu genelde insanı, özelde de toplumu sevmeyenler yapar ancak.

***

24. 02. 2008

Cemal AĞIRMAN

e-mail: cemalagirman@hotmail.com

 
Yorum yapın

Yazan: Şubat 24, 2008 in • Hadis Yorumları

 

Onüçücü Hadis/Ruh ve Beden Sağlığı Haram ve Şüpheli Şeylerden Kaçınma Duyarlılığı Gerektirir

 Onüçücü Hadis

عَنْ عَامِرٍ قَالَ سَمِعْتُ النُّعْمَانَ بْنَ بَشِيرٍ يَقُولُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ  “الْحَلَالُ بَيِّنٌ وَالْحَرَامُ بَيِّنٌ وَبَيْنَهُمَا مُشَبَّهَاتٌ لَا يَعْلَمُهَا كَثِيرٌ مِنْ النَّاسِ فَمَنْ اتَّقَى الْمُشَبَّهَاتِ اسْتَبْرَأَ لِدِينِهِ وَعِرْضِهِ وَمَنْ وَقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ كَرَاعٍ يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى يُوشِكُ أَنْ يُوَاقِعَهُ أَلَا وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى أَلَا إِنَّ حِمَى اللَّهِ فِي أَرْضِهِ مَحَارِمُهُ أَلَا وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ”

Nu’mân b. Beşîr (r.a.)’in naklettiğine göre, Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Helâl bellidir, haram da bellidir. İkisi arasında (helâl mi, haram mı, belli olmayan birtakım) şüpheli şeyler vardır; insanların birçoğu onları bilmez. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve şerefini korumuş olur. Kim de aldırış etmez, şüpheli şeylere dalarsa, tıpkı yasak bir bölgenin yakınında koyun otlatan çobanın koyunlarının yasak bölgeye girmesinin an meselesi olduğu gibi, böyle bir kimsenin harama düşmesi de an meselesidir. Haberiniz olsun, her padişahın bir koruluğu/yasak bölgesi vardır. Allah’ın koruluğu/yasak bölgesi de haram ettiği şeylerdir. Dikkat edin, vücudun içinde bir et parçası vardır, o iyi olursa bütün vücut iyi olur. O bozuk olursa bütün vücut da bozuk olur. İşte o (et parçası) kalptir.”

[Buhârî, İmân 39]

Ruh ve Beden Sağlığı Haram ve Şüpheli Şeylerden Kaçınma Duyarlılığı Gerektirir

Bu hadisin anahtar sözcükleri; “helal”, “haram” ve “şüpheli şeyler”dir. Hz. Peygamber güzel bir benzetme ile helâle, harama ve bu ikisi arasında şüpheli olan hususlara dikkat çekmekte, şüpheli durumlarda nasıl davranılması gerektiği noktasında uyarılarda bulunmaktadır.

Helal, yapılmasında sakınca olmayan serbest alan ve eylemlerdir. Haram ise, tam tersi yapılması kesin olarak yüce Allah tarafından yasaklanan alan ve eylemlerdir. Bazı haramlar vardır ki, bunların hiçbir şekilde yapılması caiz değildir; zehir içmek gibi. Hangi şartlarda olursa olsun, bile bile zehir içmek, haramdır, dinen yasaklanmıştır. Her hâl ü kârda ölümle sonuçlandığı için, bile bile zehir içmek bir intihardır. İntihar ise haramdır. Canı veren Allah’tır. O’nun dışında hiç kimse başka birinin canını alma hak ve yetkisine sahip değildir. Cana kıymak İslam’ın en büyük saydığı günahlardan biridir.

Domuz eti, leş, eti helal olmayan hayvanların eti ve başkasına ait olan bir yiyeceği yemek de haramdır. Ancak açlıktan ölüm eşiğine gelmiş birisi, bunlardan ölmeyecek kadar yiyebilir. Çünkü burada insan hayatı söz konusudur. Hatta yemeyi değil de ölümü tercih ederse sorumlu olur.

Harama yakın olan hususlar vardır; fıkıh dilinde bunlara tahrimen mekruh denir. Bunlar da kaçınılması gereken hususlardır. Helale yakın olan, ancak yine de yapılması istenmeyen bir alt derecede yasak sayılan hususlar da vardır; bunlara da tenzihen mekruh denir. Bütün bunlar, dereceleri farklı fakat yasak alanını oluşturan hususlardır. Bunların detayları İlmihâl ve Fıkıh kitaplarında mevcuttur.

Bir de bazen içtihat noktasında otoritelerce henüz bir karara varılamayan yeni ortaya çıkan hususlar, bazen de otoritelerce bilinip herkes tarafından bilinmeyen, ancak helal mi haram mı diye tereddüde düşülen hususlar vardır; hadiste de ifade edildiği gibi, harama düşme endişesiyle bunlardan da kaçınmak gerekir. Hz. Peygamber’in asıl dikkat çektiği nokta burasıdır. Çünkü helaller bellidir, haramlar da bellidir. Haramlığı açık olan hususlardan kaçınmak zor değildir. Asıl zor ve tehlikeli olan şüpheli hususlardır. Burada Hz. Peygamber herkesin dikkatli ve hassas olması gerektiğini belirtmektedir. Bu tür şüpheli şeylerden sakınmaya verâ denir. Bu da takvanın bir üst derecesidir. Önemli ve takdire şayan bir hassasiyettir.

Hz. Peygamber haram ve şüpheli şeylerden sakınmayı bir koruluğa benzetir. Yasak/haram ve şüpheli şeyleri yapmak şöyle dursun, yanlarına yaklaşmak bile tehlikelidir. Harama düşmemek için uygulanacak en sağlam yöntem, yasaklardan uzak durmaktır; diğer bir ifade ile haram olan şeylerin, kişinin zihin alanına, hayal ve düşünce dünyasına girmemesidir. Aksi halde istemeye istemeye harama düşülebilir. Çünkü haramlar uyuşturucu gibidir, bir kerecik de olsa, asla denenmeye gelmez; dibi derin çukura benzer, içine düşüldü mü; bir daha kurtulmak zor olur.

İnsanların sadece bedenleri değil, ruhları da hastalanır. “Haram olduğunu biliyorum, fakat kendimi alamıyorum” diyen herkesin manevî tedaviye ihtiyacı vardır. Harama düşmemek için sağlam bir iman ve ibadetler en büyük kalkandır. İbadet manen kişiyi harama düşmekten alı kor. Çünkü ibadet kişiye farklı hayat anlayışı, farklı bir algılama, farklı bir lezzet alma ve hoşlanma duygusu, temayülü kazandırır. Namaz kılan bir insan içkiden zevk almaz/alamaz/almamalı. Namaz kılan bir insan nikâhsız ilişkiden zevk almaz/alamaz/almamalı. Tam tersi bunlar ona işkence olur. Hep suçluluk duygusuyla yaşar. Hep pişmanlık duyar.

Günahlara düşmemenin en önemli hususlardan biri de şuuraltı terbiyesidir. Bir insanın şuuraltı saf ve temiz olur, orada kötü kavram ve düşüncelere yer vermezse, kötü duygu ve düşüncelerin varlık alanına her çıkma teşebbüsünde onları şuur alanı dışına iter ve onlara hayat hakkı vermezse, bu kişinin hadiste kalp olarak ifade edilen gönlü temiz olur. Kalbi/gönlü/düşünce alanı temiz olanın; yani, gönlünde kötü duygu barındırmayanın ruhu sağlam olur, ruhu sağlam olanların da bedeni sağlam olur.

Hz. Peygamber hadisinde kalp/gönül ve beden ilişkisine temas ederek ruh ve beden sağlığına dikkat çekmektedir. Sağlıklı bir hayat için ruh ve beden salığını beraber götürmek gerekiyor. Ruhun sağlığı Allah’a iyi kul olmaktan geçer, bu da maneviyata sahip çıkmaya ve yaşamaya, yani imanın gereklerini yerine getirmeye bağlıdır.

Haram ve şüpheli şeylerden kaçınma duyarlılığı temennisiyle kalın sağlıcakla!…

***

[03.02.2008]

Doç. Dr. Cemal AĞIRMAN

e-mail: cemalagirman@hotmail.com

 
Yorum yapın

Yazan: Şubat 3, 2008 in • Hadis Yorumları