Ondördüncü Hadis
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : “مَنْ تَصَدَّقَ بِعَدْلِ تَمْرَةٍ مِنْ كَسْبٍ طَيِّبٍ وَلَا يَقْبَلُ اللَّهُ إِلَّا الطَّيِّبَ وَإِنَّ اللَّهَ يَتَقَبَّلُهَا بِيَمِينِهِ ثُمَّ يُرَبِّيهَا لِصَاحِبِهِ كَمَا يُرَبِّي أَحَدُكُمْ فَلُوَّهُ حَتَّى تَكُونَ مِثْلَ الْجَبَلِ ”.
“Kim helâl kazancından bir hurma tanesi kadar bir şey sadaka verirse Allah Teala onu güzellikle kabul eder –ki Yüce Allah zaten sadece helâl kazançtan verilen sadakayı kabul eder.- Sonra, sizden biriniz kendi çocuğunu besleyip büyüttüğü gibi, Yüce Allah da bu sadakayı, sahibi için bir dağ oluncaya kadar büyütür.” [Buhârî, Tevhîd 23, Zekât 8]
Helâl Kazanç Ve Sadaka
Hadisin anahtar kavramları, “sadaka” ve “helâl kazanç” sözcükleridir.
Sadaka, genel manada Yüce Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla ihtiyaç sahiplerine yapılan her hayrı ifade eden bir kavramdır. (İbn Manzûr, X, 196) Kur’an-ı Kerim’de de sadaka sözcüğü her çeşit hayrı kapsayacak şekilde kullanılmıştır (Râğıb, 410-411; Abdulbâkî, 1982: 406); dolayısıyla isteğe bağlı olarak yapılan malî yardımları olduğu kadar, verilmesi farz olan zekâtı da kapsar. Çünkü Kur’an (K.9:103) ve Sünnet’te (Buhârî, Zekât 1) zekât yerine sadaka sözcüğü de kullanılmıştır. Ancak belli bir dönemden sonra sadaka kelimesinin tamamen gönüllü olarak yapılan hayırlar için kullanılmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Bizim örfümüzde de artık sadaka denince zekât değil gönüllü olarak verilen mali yardımlar akla gelmektedir. Zekât dışı sadaka gönüllü olarak verilirken, zekâtın verilmesinde dinî mecburiyet vardır. Zekâtın oranı ve muafiyeti/nisabı bellidir; hâlbuki diğer sadakaların miktarı tamamen sadakayı veren kişinin arzusuna bağlıdır. Teberru, Allah’ın rızası kastedilerek yapılıyorsa, sadaka vasfını alır.
Hadislere göre gönüllülük esasına dayanan sadakaya Müslüman din kardeşine güler yüz göstermek, ihtiyaç halinde elinden tutup her türlü yardımına koşmak, yumuşak ve gönül alıcı sözler söylemek, hatta olumlu manada yapacak hiçbir imkân ve güce sahip değilse, en azından ona kötülük yapmaktan uzak durmak gibi her türlü müspet eylemler dâhildir. İslam’ın bu yaklaşımı, müntesiplerinin her hâl ü karda hayra, iyiye ve güzele yönelmesini, düşünce dünyasını hep iyi ve güzel şeylerle meşgul etmesini, şuur altında olumsuzluk ifade eden hiçbir kavram ve düşünceye yer vermemesini istemektedir.
Hz. Peygamber hadiste yer alan veciz sözüyle, helâl kazançtan verilen küçük sadakalara Yüce Allah’ın ne kadar büyük sevaplar takdir ettiğini, özenle beslenip büyütülen çocuklara benzetmekte, Yüce Allah’ın hurma büyüklüğünde verilen bir sadakayı, sahibi adına, bir dağ gibi büyüttüğünü ifade etmektedir. Müspet olan küçük bir eyleme bu kadar büyük sevabın takdir edilmesi Yüce Allah’ın Mümin kullarına olan sevgisi ve merhametinin bir eseridir.
Hadiste vurgulanan diğer bir nokta ‘helâl kazanç’tır. İslam dini çalışmaya ve helâl kazanç peşinde koşmaya büyük önem verir. Kendisinin ve bakmakla sorumlu olduğu kimselerin yeme, içme, giyinme, barınma ve diğer her türlü ihtiyaçlarını kazanma peşinde harcadığı her mesaiyi ibadet olarak kabul etmekte, eşinin, çoluk çocuğunun ağzına verdiği her bir lokmayı bir sadaka olarak kabul etmekte, karşılığında büyük mükâfatlar takdir etmektedir. Bu manada İslam, çalışmayı ibadetleştiren bir dindir. İyi niyet ve helal rızık peşinde harcanan her saniye, ibadet halinde geçirilen anlar gibidir.
Hadiste yüce Allah’ın helâl kazançtan başka herhangi bir sadakayı kabul etmeyeceği vurgusu, helal kazanç peşinde koşma arayışı ve çabası içinde olmanın önemini ifade eder. Bu aynı zamanda Müslümanlığı kabul eden herkese yönelik bir şuur altı eğitimi, bir teşvik, bir yönlendirmedir. Buna göre her Müslüman helal kazanç elde edebileceği mesleklere, işlere talip olmalıdır. “Para gelsin de nereden ve nasıl gelirse gelsin!” mantığı ve düşüncesi bir Müslümanın, değil hayal dünyasında, şuur altı dünyasında dahi yer almamalıdır.
Aslında şuurlu bir Müslüman haram kazançtan verilen sadakaların kabul edilmeyişini düşündüğünde, haram kazancın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlar ve ondan Müslümanlığının bir gereği olarak hep uzak durur. İslami kuralların bir de böyle bir eğitici yönü vardır. Çünkü haram kazanç öncelikle hak sahibine aittir. Kimin hakkı gasp edilerek alınmışsa bu mal, öncelikle onundur; haksız olarak onu elde edenin değil.
Günümüzde şans oyunlarından ‘çıkarsa şöyle şöyle hayırlar yapacağım, şu kadarını yoksullara dağıtacağım, şu kadarıyla okul yaptıracağım’ vaatleri, o malı meşrulaştırmaz. Birinden hırsızlık yoluyla aldığı paradan istediği kadar hayır kurumlarına versin, o parayı meşrulaştırmaz, kişinin hanesine sevap yazılmaz.
Aslında haram kazanç bir ateş korudur. Haram yiyenler, midelerine adeta ateş koru indirmektedirler. Çünkü haram mal kıyamette cehenneme girmeye bir vesiledir.
Günümüzde hırsızlık, dolandırılıcılık ve kapkaç olaylarının sıradan olaylarmış gibi algılanır hale gelmesine bakıldığında, toplumdaki eğitim eksikliğini, helal ve haram kavramlarından ne kadar uzak yetiştirildiğini görmek mümkündür. Hak, hukuk, helâl, haram, ahiret hayatı, Allah’a hesap verme gibi dinî ve ahlâkî kabullerin topluma kazandırılamamış olması/kazandırılmaması, nice masum insanların ya hayatlarından olmalarına veya yaralanmalarına ya da maddî kayıplara uğramalarına neden olmaktadır. Bundan sırf din emrediyor diye uzak durmanın bir anlamı yoktur. Helal, haram, günah, ayıp, yazık gibi kavramlar artık toplumun zihin alanı ve kabulleri dışına itilmiştir. Acaba bu kapkaçı yapan gençler/kimseler, hırsızlık yapan şebekeler, hak mefhumuna, ahiretin varlığına, yapılan her eylemin hesabının Allah’a verileceğine, bundan dolayı uhrevî büyük cezalara çarptırılacağına hakkıyla inansa ve bu kabulleri içselleştirse, adı geçen bu ve buna benzer kötü eylemleri yapar mı dersiniz? Bence hayır! Bu insanlar ne yaptıklarının şuurunda değildirler. Bilseler yapmazlar.
Taiflilerin onu (s.a.v.) taşlamalarına karşılık Hz. Peygamber’in söylediği, “Allah’ım onlar bilmiyorlar. Bilselerdi yapmazlardı.” sözü son derece anlamlıdır.
Dinî veya ahlâkî olsun ne fark eder?! Önemli olan verilen eğitimle toplumu suç işlemekten alı koymak, yararlı birer birey yetiştirmek değil midir? Bunu din veya ahlâk sağlayacaksa toplumu bundan mahrum etmenin pek akıllıca bir şey olmasa gerektir. Bunu genelde insanı, özelde de toplumu sevmeyenler yapar ancak.
***
24. 02. 2008
Cemal AĞIRMAN
e-mail: cemalagirman@hotmail.com