Onikinci Hadis
”لاَ حَسَدَ إِلاَّ فِي اثْنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ مَالاً فَسَلَّطَهُ عَلَى هَلَكَتِهِ فِي الْحَقِّ، وَرَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ حِكْمَةً فَهْوَ يَقْضِي بِهَا وَيُعَلِّمُهَا ”.
“(İslam’da) başkalarına haset etmek yoktur, sadece iki kişiye gıpta edilebilir: Allah’ın kendisine mal verip de onu en uygun yerlerde harcama imkânı ve yetkisi verdiği kimseye; bir de, Allah’ın kendisine hikmet/ilim/Kur’an bilgisi verip de onu hayatına tatbik eden ve başkalarına öğreten kimseye.”
[Buhârî, İlim 15]
İslam’da Haset Etmek Yok, Sadece Gıpta Vardır
“Haset”, “mal sarfiyatı” ve “hikmet/ilim”, hadisin anahtar terimleridir.
Âlimler, ‘başkasında bulunan bir nimetin kendisinde de olmasını istemek’ anlamına gelen hasedi; biri hakiki, diğeri mecazî olmak üzere iki kısma ayrıldığını ifade etmişlerdir.
Hakiki manada haset; ‘bir şahsın, bir başka şahsın elindeki nimetin yok olmasını ve o nimetin sadece kendisinde bulunmasını istemesi’dir.
Mecazî manadaki haset ise; ‘bir şahsın, bir başka şahsın elindeki nimetin yok olmasını istemeksizin, aynı nimetin kendisinde de olmasını istemesi, arzulaması’dır. Buna gıpta denir.
Hakiki manadaki haset, manevî bir hastalıktır. Tedaviye ihtiyacı vardır. Manevî hastalıkların tedavisi ise samimi duygularla Allah’a yönelmek, ibadetlere sarılmak; bol bol dua etmek, Allah’a sığınıp günahlardan tövbe etmek ve bütün yollara tevessül ederek manevî duyguları daha da güçlendirmekle olur.
Hakiki manadaki haset haramdır, dinde yasaklanmıştır. Gıpta etmek ise caizdir. Hatta toplumların daha da ilerleyip medeniyetlerin inkişafı için müstehaptır da denebilir. Çünkü insanlar başkalarının güzel işlerini görüp heveslenir, onları örnek alarak aynısını yapmaya çalışır. Bu güzel bir şeydir.
Başkasında olanı arzulamak düşmanca bir tavra dönüşmemesi için gıpta noktasında kalması son derece önemlidir.
Gıpta ile haset, başlangıç noktaları aynı fakat sonuçları farklı olan iki eylemdir. İkisinde de başkasında olan bir nimetin, bir hasletin, güzel bir başarının kendisinde de olmasını istemek, temenni etmektir. Ancak bu temenni başkasının elindekinin yok olması arzusuna dönüşmemelidir. Başkasında olan nimetin yok olmasını istemeksizin aynı şeyi arzulamanın ve aynı nimetten elde etmek için gayret sarf etmenin övgüye değer yönü, iyiye ve güzele yönelmektir.
Hasedin temeli kıskançlık, gıptanın temeli ise özentidir. Başkasına zararı olmaksızın güzel bir şeye özenmek dinimizin teşvikleri arasında yer alır. İttaba ve örneklik, özenti ile başlar. Peygamberlere, salih insanlara, güzel iş yapanlara özenmek, onları örnek almak İslamî bir davranıştır.
Hadisin üzerinde durduğu iki husus daha vardır. Biri yüce Allah’ın mal verip de o malı meşru ve hayır yerlerde harcamak; diğeri de, ilim verip o ilim doğrultusunda yaşamak, aynı zamanda o ilmi başkalarına da öğretmektir.
Mal sahibi olmak güzel bir şeydir. Fakat unutmamak gerekir ki sahip olduğumuz her şey gibi, mal da bir sınav aracıdır. İnsan genel tabiatı itibariyle nankördür, elindeki malın bir emanet olduğunu unutur veya hatırlamak istemez.
Bir mala sadece sahip olmak yetmiyor; onu elde ederken kazanma yollarının meşruluğuna ve bizatihi malın helâl olmasına özen göstermek gerektiği gibi, onu elde ettikten sonra nerelere, kimlere, nasıl, ne kadar ve ne şekilde harcanacağına özen göstermek, hesabını iyi yapmak, herkese hakkını vermek de gerekiyor. Bunu başarmak pek de kolay değildir elbette. Hem bilgi, hem hassasiyet ister. İnsanlar genellikle belli bir mala sahip olduktan sonra hem cimrileşir, hem dünyevîleşir. Kendisini müstağnî görür. Artık ona kimsenin zarar veremeyeceğini, malı onu koruyacağını, kimseye muhtaç olmayacağını sanır. Herkesi farklı görmeye, ‘ben çalıştım kazandım, başkaları da çalışsın kazansın’ havasına girer. Fakirleri, yoksulları hor görmeye başlar. Nefsine gurur, kibir hâkim olur. Onun için ‘her nimetin bir de külfeti var’ demişlerdir. Herhalde bu ifade ile söz konusu sorumluluk ve hassasiyetleri kastetmişlerdir.
Servet ile beraber, mal sahiplerinin ayrıca erdemliğe, ahlâka, irfana da ihtiyaçları vardır. Mal sahibi olmaya gıpta ederken onu en iyi şekilde harcama başarısına da gıpta etmek gerekir. Bir yoksulu yedirmek, içirmek, giydirmek; bir talebe okutmak, adam etmek; hastane, okul, yol, köprü yapmak/yaptırmak, işyeri açmak, fabrika kurup işçi çalıştırmak, birkaç aileye ekmek kapısı olmak… Bunların hepsi gıpta edilecek hususlardır.
Diğer bir husus hikmet/ilim sahibi olmaktır. Arapça bir kelime olan hikmet, حكم /h-k-m kökünden türetilmiştir. Fiil olarak herhangi bir konuda hüküm vermek, yargıda bulunmak anlamına gelir. ‘Hikmet’in kelime anlamı; ‘eşyanın hakikatine/künhüne bilgi yoluyla vakıf olmak, en iyi bilmek’tir. Tarihte kimya ve tıp ilmine ‘hikmet’ denildiği de olmuştur. Türkçede tıp doktoruna ‘hekim’ denilmesinin bir nedeni de bu olsa gerektir. Aynı kökten gelen ‘hakîm’ kelimesi ise filozof anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla hikmet, ‘derinlemesine bilgi sahibi olmak’ anlamına geldiği gibi, yine bilgi yoluyla ‘eşyanın hakikatine vakıf olma melekesi’ anlamına da gelir.
Aslında ilim de bir emanettir. İlme karşı ilk sorumluluk ilim sahibinin bizatihi kendisi ilmiyle âmil olması, sahip olduğu ilmin ışığında yaşamasıdır. İkinci sorumluluk da, onu başkalarına öğretmektir.
Hadiste hikmet olarak ifade edilen sözcük başka hadislerde ‘Kur’an bilgisi’ olarak geçer. Genel olarak ifade etmek gerekirse burada ‘hikmet’ kelimesi ile kastedilen Kur’an bilgisidir. Kur’an bilgisine sahip olup da samimi bir şekilde hayatiyetini onun ilkeleri çerçevesinde sürdürmek, ayrıca bu ilmi başkalarına da öğretmek, gıpta edilecek bir husustur. Hadis bir nevi bize özenilmesi, gıpta edilmesi, elde edilmeye gayret sarf edilmesi gereken hususları belirtmektedir. Bize düşen bu hususları öğrenmek, onlara özenmek ve o uğurda gayret sarf etmektir.
Gıpta edilecek eylemler peşinde koşmamız dileğiyle kalın sağlıcakla…
***
10. 01. 2007
Cemal AĞIRMAN
e-mail: cemalagirman@hotmail.com
***